31 Mart 2011 Perşembe

#5 PATRON MANAGEMENT


Günler öncesinde yazdığım, 3 Ana Madde'de Patronla Uyum Yakalamak başlığında, burada sadece yeni mezun, körpe profesyonellere değil; kariyer basamaklarını yarılamış orta düzey yöneticilere de hitap edeceğimden bahsetmiştim.

İşte o zaman geldi çattı. Patronunla aranızdaki ilişki, seni şirketin koltuklarında kök salmaya götüren bir yoldur. Bu yol, Muıhteşem Yüzyıl'da önemle altı çizildiği gibi, "altın yol" da olabilir, senin felaketine giden bir yol da.

Dolayısıyla burada birlikte birçok noktanın üstünden geçeceğiz.
Üstelik bunu "kadın yöneticiler için" ve de "erkek yöneticiler için" olmak üzere cinsiyet bazında inceleyeceğiz.

Ana hatlarıyla, PATRON MANAGEMENT:

- Patronun özel ilgi alanlarına ilgi duyuyor musun? (golf, tekne, poker, arabalar, puro...)
- Patronun vasat ilgi alanlarına ilgi duyuyor musun? (tuttuğu takım, en sevdiği dizi, vs.)
- Patronunun özel hayatıyla ilgili misin? (Çocuklarına ilgi duymakla eşine ilgi duymak arasındaki nüans!)
- Puro'nun kurumsal hayattaki öneminin farkında mısın?.
- Patronuna markalar, restoranlar, purolar ve gece kulüpleri hakkında önerilerde bulunabiliyor musun? (Peki sence patronun bunu ister mi?)
- Patronunla ofiste yalnızken nasıl bir tavır içindesin, patronunla kalabalık bir iş yemeğinde nasıl bir tavır içindesin?
- "PURO"YU YETERİNCE CİDDİYE ALIYOR MUSUN?

Hepsi ve daha fazlası... Çok yakında, ayrıntılı ve resimli anlatımıyla!

Patronun seni, her zamankinden daha çok sevecek!

25 Mart 2011 Cuma

#4 ADIM ADIM GUSTO - İKİNCİ KISIM

İlk kısımda yeme içme keyiflerini sıraladım, şimdi sıra daha büyük bir keyifte...
Kaldığımız yerden devam...

ALIŞVERİŞ
- İstanbul büyük bir sanat galerisi gibi zaten, evet. Ama bu büyük sanat galerisindeki minik, özel galerileri keşfe çıkmak istemez misin? Koleksiyonculuk dediğimiz kaymak tabaka gustosu da böyle böyle başlıyor işte.

- Tiffany'de Kahvaltı sadece New York'lu genç Audrey'lere has bir gusto değil. Başarılı bir yöneticisin, onca erkeği sollayıp buralara gelmişsin. Tiffany Co. mavisiyle tanışmak için geç kalmış sayılmazsın, tatlım? Sarı altından takılarını kasaya kaldırmanın vakti geldi de geçiyor.

- Sizden devam ediyoruz hanımefendi. Louis Vuitton sadece çanta üreten bir lüks tüketim markası değil. Louis Vuitton'nun ajandası, Ipad kılıfı, defteri, kalemi ve puro kutuları, websitesinde senin tarafından keşfedilmeyi bekliyor.

- Bankaların elit kartları sana havaalanlarında müthiş avantaj sağlar. Banka kartı reklamlarına kulağını tıkama. CIP'de, VIP'de olmanın keyfini çıkar.

- Üst düzey yöneticiler, junior delikanlılarla aynı marka takım elbiseyi giymesin, buyurduk. Kötü mü ettik? Kaliteli bir takım elbisenin önemini Barney Stinson bile keşfetti. Üst düzey yöneticiler için Kiton, orta sınıf yöneticiler için Zegna. Kravat iğneleri babamının devlet dairesi yıllarında kaldı. Manşetler hâlâ moda.

- Dost başa, düşman ayağa bakar; çünkü nereden geldiğini, nasıl bir ailede yetiştiğini, nerede çalıştığını, ne tarz bir insan olduğunu ayakkabıların söyler. Dolayısıyla sen seçemiyorsan da, bu işi bir bile bırakırsın. İmkanın varsa stil danışmanlarına, yoksa güvendiğin kız arkadaşlarına.

- Hadi başarılı kadınlara "Bir an önce Tiffany Co.!" dedik bitti. peki ya beyefendiler? Tarz sahibi bir erkeğin tarz sahibi bir saat koleksiyonu olmalı.

- Bir centilmen kendi aksesuarlarını seçerken gösterdiği hassasiyeti, şüphesiz ki kadın aksesuarlarını seçerken de göstermelidir. Kapalıçarşı'da güvenilir bir "taş"çının ne zaman hangi kapıları açacağı belli olmaz. Gün gelir umarım karına alırsın, gün gelir patronuna harika bir seçenek sunmuş olursun. Kazan-Kazan durumu.


Son olaraaak:
- Uçtuğun havayolu şirketi, gezdiğin alışveriş merkezleri kadar, oturduğun semt de önemli. Bırak artık canım, "Karşının huzurunu hiçbir yerde bulamıyorum. :(((" romantizmini? Cihangir'i, Doğan Apartmanı'nı, Teşvikiye'yi, Ulus'u, Yeniköy'ü keşfet.

Lüks, her zaman, seninle olsun.

15 Mart 2011 Salı

#4: ADIM ADIM GUSTO - BİRİNCİ KISIM

İtalyanca kökenli bir kelime olan gusto, TDK tarafından direkt “beğeni” olarak çevrilse de, genelde dünyada "pahalı ve nadir zevkler" için kullanılıyor, şüphesiz ki Türk kaymak tabakası bu kelimeyi ve de kelimenin sembolize ettiklerini çok seviyor. Cümle içinde kullanalım pekişsin:

"Kurumsal hayatta gusto sahibi olmak önemlidir."

Anlaşıldı mı?

Genç profesyonelsin, paranı hâlâ Taksim'in bitli barlarında çar çur ediyorsun, ay sonunda ise ne yapacağını şaşırıyorsun. Yöneticiliğe oynuyorsun, hâlâ üniversitede giyindiğin markalardan alışveriş ediyorsun. Altında onlarca insan çalışıyor, e sen hâlâ yeni işe girmiş 25'lik delikanlıyla aynı marka takım elbiseyi kuru kuru temizlettiriyorsun? Oldu mu?

Yıllar önce, "Bana lükslerimi verin, gereksinimlerin olmadan da yaşarım." diyen Oscar Wilde, hiç şüphesiz bugün "gusto"su parmakla gösterilen iş adamlarından biri olurdu. Belki sana yol gösterecek bir Oscar Wilde yok. Ancak Plaza Kanunları senin için sahip olman gereken "gusto"ları bir bir sıraladı. Bu "gusto"lar, seni yavaş yavaş uyuşturmakla kalmayacak, patronunla ortak zevkler edinmenin keyfini çıkaracaksın.

Lüks ve ışıltı dolu bir maceraya hazır mısın?

YEME İÇME
- En popüler barları ve restoranları bil!
Taksim'de restoranlar insana lezzet ve eğlencenin kapıları açıyor. Ama yetiyor mu?
Millet ofiste Asmalımescit'in yeni açılan, en hip mekânlarından bahsediyor. Hiç ilgini çekiyor mu? Takılmışsın yıllardır aynı bara, hafta sonu yorgunluğunu atabilirsen bir lütufta bulunup götürüyorsun 50'lik biraları. Oysaki bir baksan gazetelerin eğlence / mekân köşelerine, 3-5 tanesini not alsan. Müdavimi olmak zorunda değilsin. Mesele, konuşabileceğin konuların olması.

Peki ya, patronun nerelerde geziyor? Sana söylemiyor olabilir, ufak bir tahmin yeterli: Poseidon, Bebek Balıkçısı, Park Fora, Balıkçı Kahraman, Rumeli Kavağı, Lacivert, Reina restoranları, Vogue, Park Şamdan, Sunset... Fikir sahibi olacağın çok mekân var.

- En hip mekânlarla iş bitmiyor, kıyıda köşede kalmış, özel lezzetlere sahip restoranlardan haberdar ol ve insanlara önerebil. Vedat Milor keşfetmeden önce!

- Papermoon İstanbul'un hayli lüks, popüler ve üst sınıf bir restoranı. Tonla paran var ama sipariş verebiliyor musun? Ortalıkta, "Filanca Zengin Kişi, her Papermoon'a gittiğinde aynı yemeği sipariş ederdi, çünkü bir tek onun adını doğru telaffız edebilirdi..." tarzı şehir efsaneleri dolaşıyor. O efsanelerden birine esas oğlan olarak giriş yapmak istemezsin.

- Yöneticilerinle hayli şık bir restoranda yemektesin. Belki de yöneticisi sensin ve masada çalışanların oturuyor. Yemekler sipariş edildi, iş şaraba kaldı. Unutma! En pahalı şarap, en iyi şarap demek değildir. Tamam, şaraptan pek anlamıyor olabilirsin. Ancak şunu bil ki, listedeki en pahalı şarabı seçmek, artık cool & havalı bir davranış olmaktan çıktı! Sen her ihtimale karşı, listedeki en pahalı 2. veya 3. şarabı seç. İçin rahat olsun.

- Hadi diyelim bir önceki maddede verdiğim taktik işe yaradı, kazasız belasız atlattın şarap seçimini. Hayat böyle geçmez. Üzüm çeşitlerini bilmek elzemdir. Kalecik karası, narince, boğazkere, öküzgözü...

- Happy Hour anlarında rengârenk kokteyller hem ferahlatıcıdır, hem de leziz. Ancak hangi kokteylin içinde ne olduğunu bilmek de gusto kapsamına girer. Erkeklerin işi daha kolay. Jack Daniels her sınıfın ortak zevki.

- Ortasına bir tutam taze maydanoz konulup dürülmüş sıcak bir lahmacun akraba sofralarında lezizdir. Ancak kurumsal yaşamda füzyon mutfak hakkında fikir sahibi olmak mühimdir.

- Çılgın Japon dostlarımız ineklerine masaj yapmışlar, müzik dinletip bira içirmişler; böylece masaya getirilen etler yumuşacık olurmuş. Kobe bifteği böyle çıkmış ortaya. Bir porsiyonu için söylenen fiyatlar biraz uçuk olsa da; sen koskoca şirketin vazgeçilmez adamlarından birisin şekerim?! O parayı niçin kazanıyorsun?

- Kobe Bifteği'ne ek olarak, trüf mantarı, moules (aslında bildiğimiz midye!) tat, duruşuna hava kat. Sakatat aşkını, kolejden arkadaşlarınla alkollü gecelerin devamına sakla.

-  Üst düzey yöneticisin; ancak makam odana gelen hemşerilerinin beraberinde getirdiği çikolataları sonraki misafirlerine ikram etme gibi bir memur âdeti, 80'lerde sona ermedi mi? Odada şöyle afilli bir kutu çikolata bulunsun, mümkünse sık sık gerçekleştirdiğin yurt dışı gezilerinden olsun.

- Sigara yasağı Türkiye'nin dört bir yanını sarmış, tabii ki üst düzey yöneticilerin ofisleri dışında! Güvenilir bir puro tedarikçin var. Cohiba marka puroların, şık puro küllüklerin ve humidor'unla ofisteki şıklığını Fidel Castro bilegörse, gözleri yaşarır. 


- En iyi mutfak alışverişi nereden yapılır? Unut artık evin köşesindeki Migros'u yahu?! Macrocenter pırıl pırıl sebzelerini dizmiş, en kaliteli içkilerini dökmüş önüne. Ayrıca şarküteri dedin mi de Şütte! En iyi pastanelerden haberin olsun, gün gelir ortağının evine akşam yemeğine gitmek gerekir, pasta alışverişi sana düşer. O zaman, Divan, Venüs, Savoy ve Görgülü'den birini seçmek sana kalır.


Lüks seninle olsun.

14 Mart 2011 Pazartesi

ÜÇ ANA MADDEDE PATRONLA UYUM YAKALAMAK!

Bu ve bu yazıyı takip eden bir sonraki kimi yazılar birbirleriyle bağlantılı ve aranızdaki belirli bir cemaate yönelik. Kim mi bu şanslı kesim? Eğer aranızda, plazalarda birkaç senedir dirsek çürüten ve şirketin üst kademelerinde yöneticilik yapan kişilerle yakın çalışan kimseler varsa; eveeet tatlılarım, hedefimizde sizler varsınız!
Yöneticin şirketin Tanrıları ve Tanrıçaları arasında yerini sağlamlaştırmış. Toplantılara birlikte giriyor, öğle yemeklerini zaman zaman birlikte yeme şansına erişiyorsun. Ne büyük gurur! Peki ya sence, bu yolda ilerlerken kırmızı halıdan sapmamaya özen gösteriyor musun?

Bu konuyu 3 ana başlık hâlinde inceleyeceğim: 

1) Patronla Gusto Paylaşımı
2) Olmazsa Olmazlar
    a) Orta Kademe
    b) Üst Kademe
3) Patron Management

Okuduğun için pişman olmayacaksın.

11 Mart 2011 Cuma

#3 TELEFON KURALLARI


Sana oluyor mu hiç? Deadline'ı yaklaşmış bir işin ortasındasın ve resmen vücut sıcaklığın birkaç derece artmış durumda. Eski yazışmaları Outlook Inbox'ından bulup çıkarıyor, bilgileri bir araya getiriyorsun. Bu arada yöneticin bir şeyler istiyor. Çevrende başka işlerle uğraşanların rahatlığı inanılmaz sinirine dokunuyor, vs. İşte o sırada cayır cayır çalmaya başlıyor masa telefonun.

Acil bir "Alo?" dedikten sonra, karşındaki ağır ağır anlatmaya başlıyor durumu. Bi' dakika, ne oluyor bile demeden, bi' bakmışsın seni rehin almış. Anlatıyor da anlatıyor. Ahizeyi ağzına sokmak ve camdan atlamak da bir seçim?!

Ama, artık bu dertlere son!

* * *

Şu dahili telefon dedikleri ne büyük kolaylık! 4 tuşa bas, plazadaki kankana bağlan. Çay, sigara, efendime söyleyeyim "Öğle yemeğinde pide yiyelim mi?" gibi gastronomik sorular dışında, işle ilgili bir şeyler soracaksan eğer; karşı tarafın durumunu bilmeden lafa girme!

Tuşları çevirdin, 15. kattan Nazan Hanım'a bağlandın diyelim.. Uzatmadan, net bir şekilde ağızdan çıkan bir "Nasılsınız?" sorusu, Allah'ın emri. Bu son yıllarda çıkan, "insanlar birbirlerine nasıl olduklarını sorup duruyor; ama gerçekten karşılarındakilerin nasıl olduğunu merak ediyorlar mı üstadım?" muhabbetini, şiirselliğini hiç anlamıyorum. Evet, Nazan Hanım'ın iyi olup olmadığı, geçen hafta geçirdiği endoskopi sonuçları senin umrunda değil. Benim de umrumda değil. Bunun için de kimse bizi suçlayamaz. Merak etmiyoruz diye, ayı gibi konuya girecek değiliz, affedersin.

Nazan Hanım konuyu uzatmadı, iyi olduğunu kısa ve net bir şekilde belirtti. Konuya gireceksin, evet. Ama önce,

"Müsait miydiniz?"

Çünkü;
- Nazan Hanım o sırada cep telefonunda konuşuyor olabilir,
- Dosyalar içinde boğulmuş olabilir,
- Çılgın bir e-mail trafiğinde kaybolmuş olabilir,
- Sana cevap vermesi için bir müddet ön çalışma yapması gerekiyor olabilir.



Plaza Kanunları, hayat kurtarır.

5 Mart 2011 Cumartesi

#2 ELLERİN EKRANLARI



Türlü şirketlerden türlü insanlarla yaptığım uzun görüşmeler sonucunda, plaza insanlarının en rahatsız olduğu davranışların:
1) başka birinin arkadan geçerken ve/veya yanına geldiğinde bilgisayarına bakması,
2) asansörde Blackberry'ye bir şeyler yazarken  yanındaki şahsın cep telefonuna bakması olduğu gerçeğine vardık. Peki bunca araştırmaya gerek var mıydı? Sen de sinir olmaz mısın, bir şeyler istemek için yanına gelen Yılmaz'ın ilk olarak ekranına göz atmasına? Oradan pay biç?


Bir zamanlar "Benim tek dostum içkim, sigaram.." diyen Tanju Okan, Modern Zamanlar'da yaşasa ve hasbelkader bir kurumsal şirkete kapağı atsaydı eğer; bu ikiliye Blackberry'si ve dizüstü bilgisayarını da ekler, arkayı dörtlerdi şüphesiz.
Zira;
dizüstü bilgisayarın = ofisteki solunum cihazın,
cep telefonun = yokluğunda eksikliğini hissettiğin bir uzvun artık...

Peki diğerlerinin uzuvlarına, solunum cihazlarına ne denli saygılısın?

"Sevgili Bilir Kişi, inan ben de farkındayım ayıp bir şey olduğunun; ancak birinin yanına gittiğimde veya çay almak için ofis boyunca yürüdüğümde, ister istemez gözüm takılıveriyor." diyecekmiş gibi bakan hüzünlü gözlerini görür gibi oluyorum.

Tamam tamam, bunun için sana bir metaforla bu meziyeti kazandırmaya and içtim.

Kadınları bilirsin; zaman zaman göğüs çatallarını belli eden kıyafetler giymekten hoşlanırlar. Ancak gözlerinin takıldığını hissederlerse, "Çatala Bakan Sapık!" olarak anılmayı kabullenmek zorundasın. Eğer kibar ve karşısındakine saygılı bir erkeksen, göğüs çatalının orada olduğunu bilir; ama kesinlikle onun görebileceği bir şekilde gözlerini olay mahalline yönlendirmezsin. Başkasının laptop & cep telefonu ekranları = bir kadının göğüs çatalı. Orada olduğunu bil; ancak görme!

1 Mart 2011 Salı

#1 GÜNE NASIL BAŞLIYORSUN?


Her iş günü başlangıcında, yarım ağızla söylenmemiş, dengeli bir ses tonunda, mümkünse gülümseyerek çıkan bir GÜNAYDIN:
- Karşı tarafa iyi enerji verir.
- Havanı değiştirir
- Bir an önce güne başlamanı sağlar
- İnsanlar tarafından "güleryüzlü ve kendine güvenen" bir insan olarak bilinmeni sağlar.

Günaydın!

Dün gece sanırım makul bir saatte yattın, uykunu aldın. Evet, her sabah işe gelmek, kapitalizmin dişlilerinden biri olarak dün akşam saat 18.00 sularında mola verdiğin hayatına saat 08.45 itibariyle devam ediyor olmak dünyanın en güzel şeyi değil belki.

Peki ya sen? Sarışın genç kadın? Bi' yüzün düşmüş, enerjin çekilmiş sanki? Geç yattıysan keyfinden yatmadın herhalde. Sonuçta sen de "iş" dışında bir hayatın olsun istiyorsun. Dün akşam mesai bitmeden 10 dakika önce telefonun çaldı, arayan üniversiteden arkadaşın Pınar'dı. Happy Hour adı altında ikişer bira içip vakitlice evin yolunu tutacaktınız. Ama tabii ki sohbet sohbeti açtı. Çakırkeyif olmaya 3 yudum kala kalkmak olmazdı. Eve geldiğinde yatağın yerini zor buldun. Kendini kötü hissedecek ne var? Uzun zamandır görüşmediğin dostunla iki lafın belini kırdın işte. Hafta sonu mutfak alışverişiydi, şöyle bir temizlikti derken kimse vakit ayıramıyor ki kendine? Sana da ancak iş çıkışları kalıyor. Zaten bu yaşında gezmeyeceksin de, ne zaman gezeceksin yahu?!

Ah canım, yoksa sen de yine diziye mi daldın? E dün sabah yine zar zor yataktan kendini sökerken, "Bu akşam erken yatacağım!" sözü vermiştin oysaki? Kıyamam... Baban zamanında Mecidiyeköy'de bir dükkân satın alsaydı bugün bu dertlerin olmayacaktı. Kimileri Pazarlama departmanındaki Selçuk Jr. gibi şanslı doğmuyor ne yazık ki. Sen de çocuğun okul taksidini, tüketici kredisini dert ettiğinden, e buzdolabı da pek yakın zamanda infilak ettiğinden, katlanıyorsun işte bütün bunlara.

PEKİ YA BUNLARDAN BİZE NE? 

Binadan içeri giriyorsun, asansöre doğru yollanıyorsun. Aman ne olur kimse seni görmesin, kimse bir şey sormasın, kimse bir şey istemesin. Dünyanın en tatlı insanısın aslında; ama tostunu yiyip çayını içinceye kadar kimse seninle göz göze gelmesin istiyorsun. Ta taa, şanssız günündesin. İsmini bilmediğin, yüzünü neredeyse ezberlediğin şirket arkadaşların, asansörün önünde dizilmişler. Onlar, devamlı izlediğin dizilerin ismini bilmediğin yan karakterleri gibiler.

Tabii ki her sabah olduğu gibi ağzını açmadın, o kıymetli yüz kaslarını eskitmemek adına gülümsemedin. Zannettin ki kimse farkında değil. Zannettin ki sen çayını içene, bilgisayarını açana kadar görmüyor insanlar seni. Ahh benim şapşal devekuşum.

İşte bu kadar kolay, şirketteki insanların arkandan "Suratsız." "Meymenetsiz." "Kendini bir halt sanıyor." "Mendebur." etiketlerini yapıştırıvermeleri. İki dakika rol yapamadın. İki dakika güne başlama havasına giremedin. Sen ve senin çift kaşarlı tostun... Günü erteleme gibi küçük hesaplar peşindesiniz.


Her sabah, binadan içeri girer girmez: GÜNAYDIN.
Bayiinizden ısrarla isteyiniz.