24 Mayıs 2011 Salı

#17 TERLE-ME!


Havalar 21-23 derece arasında değişiyor. "Terleme!" demek kolay. Hadi diyelim ofise kendi arabanla, şirket servisiyle gidip geliyorsun, ofis de klimalı; peki ya gün içindeki koşuşturmadan oluşan anlamsız nemlenmelere ne yapacaksın? Koşuşturmasan bile, durduğun yerde, deadline'ı yaklaşan işlerin göğsüne devasa bir fil gibi bindikçe vücut ısının arttığını hissetmiyor musun?

Bu terleme muhabbetinin 2 türlü sonucu var. 1) Koku 2) Kıyafetinin koltuk altı kısmında görünen ıslaklık.

1) Koku: Kaan Sezyum'un "Minibüslerin içi dev bir koltuk altı gibi.."cümlesiyle tanımladığı yoğun koku ne mutlu ki plazalarda çok rastlanan bir durum değil. Duş alıp, terleme önleyici herhangi bir ürün kullandın mı kokmazsın. Kozmetik sektörü bu kadar gelişti!

2) Görünür ıslaklık: Beren Saat, Rexona'yla gün boyu kuruluk vadediyor. Vaadini gerçekleştiriyor da! Yok, "Ben galon galon terliyorum. Bundan da çok mutsuzum." diyorsan, Fresh & Dry ter emici yapraklarla tanışmalısın. Kıyafetinin koltuk altı kısmına yapıştırıyorsun, dışarıdan ıslaklık belli olmuyor. Yine de bu yapraklara güvenip deodorantlanmamak, stick'lenmemek olmaz! Yapraklar az da olsa ıslaklığını emer ve ıslaklığın kıyafetine geçmesini engeller. KOKUYU ENGELLEMEZ! Deodorant / Stick şart!


Bir de bu duruma dikkat edeceğim derken, tamamen iyi niyetle yapılmış hatalar var. - Ki hepinizin bildiği üzere cehenneme giden yollar iyi niyet taşlarıyla döşelidir: Durup dururken çekmeceden deodorantını çıkarıp ofisin ortasında deodorantlanmak pek iyi bir fikir değil. Boğucu ve düşüncesiz! Zaten deodorantın mantığı duştan sonra, sabah giyinirken sıkıp, gün boyu terlemeden korunmak... Stick deodorant kullanıcıları nasıl çıkarıp koltuk altlarına bu işlemi uygulamıyorsa herkesin içinde; deodorantçılar da bu huylarından vazgeçmeli. Ofisin içi bir anda liselerarası futbol müsabakası soyunma odasına dönüyor. Erkekler! Aman diyeyim!

Bir başka terleme problemi ise, iş hayatında, eller! Bu el terlemesi konusu bilhassa iş hayatında çok hassas, önemli bir konu. İlk kez toplantı yapacağın bir kimseyle tokalaşırken ıslak ve buruşuk ellerini uzatmak hiç hoş bir durum değil. Bir deodorant firması, sadece ellere uygulanacak pudralı bir deodorant üretse iki grup çok mutlu olacak: elleri terleyenler ve elleri terleyenlerle tokalaşmak durumunda kalanlar...

Plaza Kanunları, ofislerin bir nevi "havayı koklayan adamı"...

23 Mayıs 2011 Pazartesi

#16 PLAZALARDA FORM TUTMA





Erkeksen sabah kahvaltını 1 poğaça ile geçiştirdin, sağlığına dikkat ediyorsan kepekli tost ile vücuduna şefkat gösterdin.


Kadınsan, mutfaktaki kâsene çekmecenden çıkardığın müsliyi doldurup bir paket yağsız sütle takviye yaptın.

Öğle yemeği geçti, paydosa daha çoook var. Şirketin kafeteryasından cheesecake almak da bir çözüm, şirketin yakınındaki bir marketten Albeni / Halley / Çokoprens edinmek de!.. Kan şekerin düştükçe nefsin daha da şekerli, daha da lezzetli muzır neşriyat istiyor. Sonra katlandıkça katlansın göbeğin... İşte bu da senin büyük çaresizliğin!

Annen olsa bir tabak meyve doğrar koyardı masana, yıllardır benzer elmaları ofis masanda dişlemekten de gına geldi.

İşte adamlar düşünmüş taşınmış, senin için yaratmışlar:


Bi'bardakmeyve.com!


Gir siteye, seç arzu ettiğin meyve tabağını. Anne şefkatiyle soyup doğramasalar bile, anne hijyeniyle hazırlasınlar bardağını. 

Düşük kalorili, sağlıklı, lezzetli!

Ayazağacılar, Leventçiler, 4. Leventçiler, Darüşşafakacılar, Maslakçılar!

Plaza Kanunları, sağlık ve taş gibi vücutlara giden yolda da yanınızda!

18 Mayıs 2011 Çarşamba

#15 PLAZALARDA BLOG TAKİBİ


Anlıyorum, iş yerinde zaman zaman sıkılıyor ve kafanı dağıtacak bir şeyler arıyorsun.

Facebook zaten kapalı, Twitter'a giremiyorsun, hatta bazen bloglar bile kilitli ofiste...

Zaten bloglara girsen bile, açık ofistesin ve arkanda oturan arkadaşlarından çekiniyorsun. Malum, bloglar da hayli çiçekli böcekli olabiliyor zaman zaman... Biliyorsun ki birileri senin o tür şeyleri incelediğini görse, günün yarısını öyle geçirdiğini düşünecek. Birileri iki kez senin o tür şeyleri incelediğine, çiçekli böcekli blogları okuduğuna şahit olsa, hiç çalışmadığına kanaat getirecek.

Peki ya Google Reader gerçeğinden haberiniz var mı sevgili okurlarım?

Öncelikle bir Gmail hesabı açıyor, bu hesapla, http://www.google.com/reader/ adresine giriş yapıyorsun. Sol taraftaki "Add a subscription" kısmından, izlediğin blogları eklemeye başlıyorsun. (www.plazakanunlari.com mesela?)

Bundan böyle takiptesin, çevrendekilerin dikkatini çekmeden, gönül rahatlığıyla istediğin blogu takip edebilirsin.

Plaza Kanunları, teknolojiyle iç içe!

17 Mayıs 2011 Salı

WWW.PLAZAKANUNLARI.COM


Buna ihtiyacımız vardı.

Artık kariyer basamaklarına giden kırmızı halı, bu adreste.

htttp://www.plazakanunlari.com

10 Mayıs 2011 Salı

#14 İŞ VE SOSYAL PAYLAŞIM SİTELERİNİN BİRBİRİNDEN AYRILMASI


Facebook, sağ olsun, yıllar evvelki sosyal çevremizden hatırlamak istemediğimiz herkesi önüne serdi. Kimi ilkokul arkadaşlarımızın enteresan insanlara dönüştüğünü görünce; kimini hiç sorgulamadan reddettik, kimileri ise "akraba" adı altındaki "limited profile top ten" listemize üst sıradan giriş yaptı.

Tam ilkokul, orta okul arkadaşlarımızdan kurtulduk derken; bir de karşımıza "iş hayatında bir kez gördüğünü Facebook'ta arkadaş listesine ekleyenler" çıktı. Kendilerine sıcak bir "Hoşgeldiniz!" demek istiyorum.

Dostum, rica ediyorum:

1) Ayda birkaç kez toplantı yapıyorsun, yakında evleneceği gibi çok gizli (!) bir bilgiye vâkıfsın, yemekhanede "Afiyet olsun!"laşıyorsun diye insanlar sana Facebook'taki özel hayatını açmak zorunda değil!

2) Aynı şirkette çalışanları geçtim, başka firmalardan ayda birkaç kez toplantı yaptığın insanlar DA senin Facebook'taki mühim video paylaşımlarına şahit olmak durumunda değil!

3) Senin yöneticin ve/veya üstün, X kişisiyle Facebook'ta arkadaş diye, eklemeye çalıştığın X kişisi senin arkadaşlık talebini hayli gereksiz ve hadsiz bulmakta özgür!

4) Üstelik zaman zaman arkadaş eklemekte sınır tanımıyorsun, şirketin insan kaynakları müdürünü, uzmanını, vs. de eklemeye çalışıyorsun. Sana kıs kıs gülüyorum. Yahu o adamın, senin bir gece önce arka arkaya yuttuğun fındık shot'ları, bu arada bunları Facebook'tan "mesai saatleri" içerisinde PAYLAŞTIĞINI görmesi senin ne kadar aleyhine FARKINDA MISIN?

5) Diyelim tüm aşamaları geçtin, benim sözümü dinlemedin ve bir şekilde iş arkadaşlarınla Facebook'ta arkadaş oldun. Öyle ya, zaman zaman şirket organizasyonlarında, workshop'larda -içkinin de etkisiyle birtakım göbek atmalı, dans etmeli fotoğraflar çekildiniz. Tabii ki, senin fotoğraf makinenle! Rica ediyorum bunları paylaşacağın alan Facebook olmasın. Zira fotoğraftaki kimseler senin tarafından tag'lenmek istemiyor olabilir. İş arkadaşlarıyla verdiği alkollü pozları ortalığa serilsin istemeyebilir. Ya da hiç yoktan, bir fotoğrafta çirkin çıktığını düşünmektedir! Ay bunu düşünmek bu kadar zor olmamalı yahu?!

Birlikte çekildiğiniz fotoğrafları, çok istiyorsan, e-posta yoluyla paylaş. Rahat kullanımıyla tüm çalışanların beğenisini toplayan Microsoft Outlook'u bu işler için de kullanabilirsin.

Bunlara dikkat et, sonra "Vah beni limited profile'ına almış! :((((" diye mızmızlanma!

6) Diyelim ki  Bir öğleden sonra tatlı kriziniz tuttu, canınız abur cubur çekti, işleri hafiften serdiniz, bir şeyler yerken sohbet geyiğe sardı, vs. Ne mutlu ki yanınızda da fotoğraf makinesi var ve bu anı ölümsüzleştirmeye and içtiniz. Birbirinden çılgın, zevzek pozlar... Güzeeel. Fotoğraf çektirmekte sakınca yok, bu çılgın anlarını Facebook'ta paylaşmıyorsan eğer! Çünkü bu fotoğraflar çalıştığın kurumu, pek de iş yapmayan, işte böyle arada bir saçmalayan, çok eğleniyormuş gibi görünmek için tuhaf pozlara bürünen bir konuma sokar. Bir nevi insider info, hem de şirketi küçük düşüren bir insider info!


Şekerim, sosyal mecralardaki hesaplar kişiye özeldir ve dolayısıyla şirkete veya yaptığın işe dair fotoğraf paylaşımları oldukça hassastır. Genel müdürünle yanak yanağa poza da, bir masa başında 4 kişi çekirdek çitlerken Twitter takipçilerinle paylaştığın bilgilere de dikkat etmelisin. Özellikle de Türkiye'nin önde gelen firmalarından birindeysen. (Zaten hangimiz Türkiye'nin önde gelen firmalarından birinde çalışmıyoruz ki?;)) Şirketinin ne kadar havalı ve rahat bir profesyonel yaşam sunmasıyla şirketini küçük düşürmen arasındaki ince çizgi!.. Rica ederim, kişisel account = kişisel bilgiler!

Gelelim Twitter'a;
Bir kere Twitter, Facebook'a göre daha özgür, daha naif bir mecra. Şayet kişinin Twitter'ı herkese açıksa, herkes tarafından okunmayı da göze almış sayılır. Dolayısıyla sen de onu kendi hesabından takip etmekte özgürsün. Şayet iş hayatından tanıdığın bu kişinin Twitter hesabı dışarıya kapalıysa, takip talebi yollamak için bir süre beklemen, belli bir samimiyeti yakalaman gerekir. Ne sen ilk başta Twit'lerini okuma talebi yollayarak kendini tuhaf bir konuma koy, ne de o "Kabul etsem şimdi kuzenlerimle, arkadaşlarımla çevirdiğim tüm geyiğe şahit olacak, kabul etmesem ayıp olacak!" gerginliği yaşasın. Birbirimizi germeyelim yani. Sadece zaman zaman biraz özel hayata saygı gösterelim.

Diyelim takibe almaya heves ettiğin kişinin Twitter'ı açık ve az önce de söylediğim üzere takip etmenin sakıncası olmayacağı düşüncesiyle efendi gibi kendisini follow etmeye başladın. Rica ederim "efendilik" sınırını koru. Mütemadiyen karşı tarafın her yazdığına @ 'li cevaplar yollaman, hele ki o kişi senin hayli üstün bir pozisyondaysa, hem karşı tarafa "gereksiz ve alakasız" gelir, hem de 3. şahıslar tarafından "yalaka" ve göze girmeye çalışan bir ilkokul öğrencisi edasında görünürsün.

Plazalarda cool ol, kurumsal hayat seni sevsin.

Plaza Kanunları, internette de 1 numara!

4 Mayıs 2011 Çarşamba

#13 NASIL DURMALI?

Mayıs geldi, çattı. Her ne kadar İstanbul'a henüz uğramamışsa da bahar; sadece Mayıs'ın adı bile kanının kıpırdamasına, tüm gün teraslarda pembe şarap içerek bronzlaşma hevesine yetiyor da artıyor bile!

Bugünkü Plaza Kanunu'm, bilhassa kadınları ilgilendiriyor. Zira birazdan bahsedeceğim hatayı erkekler pek yapmıyor. En azından ben, bunca yıllık kurumsal kariyerimde bu tür bir erkekle karşılaşmadım. Ancak tabii ki bu, erkeklerin bu muhteşem tespitlerle bezeli yazıyı okumasına engel teşkil etmiyor. Çünkü biliyorum ki siz de bunu okuduktan sonra teker teker birtakım ofis kadınlarını gözlerinizin önüne getirecek, Happy Hour saatlerindeki dedikodu masanıza malzeme çıkaracaksınız. (Bkz. Erkeklerin dedikodu alışkanlıkları)

Evet, bahsetmek istediğim nokta: OFİSTE DURUŞ BOZUKLUKLARI. 

Ofiste duruş bozuklukları, dediğim zaman, aklınıza şu tür görsellerle taçlandırılmış bir "Bay Yanlış ve Doğru Ahmet" nutku çekeceğimi düşünebilirsin.


Ancak tabii ki bu tür sıkıcı konulardan hayli uzakta bir insan olduğumu çoktaaan fark etmiş durumdasın.

Altını çizmek istediğim noktalar daha çok belli bir tarz duruş bozukluğu:

DOMALMAYINIZ GENÇ HANIMLAR! 
Sanırım bu biraz sert bir giriş oldu. Ancak, böyle bir konuyu, eğip bükerek, kırım kırım kırılarak anlatamayacaktım. Anlatsam da pek önemsemeyecektiniz... Her neyse:

Departmanlar arası dolaşıyorsun ofiste. Birilerinin bilgisayarında birtakım görsellere bakman gerekiyor belki... Belki bir Excel dosyasındaki sayıları daha yakından görmek istiyorsun... Bir arkadaşın sunum hazırlamış, bir göz atmanı istiyor. Anlıyorum, kendi masandan uzakta, başkalarının kıta sahanlığındasın. Ayakta durunca olmuyor, bir sandalye çekmeye de üşendin, hatta belki çevrede bir sandalye bile yok... Olabilir, ancak bu, senin en seksi duruşunla poponu geriye verip, arkandaki kalabalığa bu tür nahoş bir görüntü sunmana sebep mi? Bir de bunu yaparken bacaklarını ayırıyorsun ya bazen fark etmeden, ahh bir bilsen ele güne ne dedikodu malzemesi çıkarıyorsun...


Çözüm #1: Arkadaşının masasına, poponu yaslayabilir, hafifçe belini bükerek ekranı incemeleye alabilirsin.
Çözüm #2: Eğer eteğinin boyu müsaitse veya pantolon giyiyorsan yere çömelebilirsin. Hayli aseksüel ve de güvenli bir pozisyon.

Plaza Kanunları, "seksi sekreter" imajıyla canla başla savaşan yegâne kurumdur!